Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 Ağustos 2021 tarihinde Malazgirt Zaferi’nin 950. yılı etkinlikleri çerçevesinde yabancı misyon şeflerine verdiği akşam yemeğinde bölgesel iş birliği ve Ermenistan ile ilişkiler konusundaki açıklamaları, daha sonra Ermenistan yetkililerinin bu açıklamaya ilişkin görüşleri bir kez daha Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin derinlemesine değerlendirilmesi ihtiyacını ortaya koydu.
Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan; Türkiye’nin kimsenin toprağında, egemenliğinde, yer altı ve yer üstü zenginliklerinde gözünün olmadığını hem sözleriyle hem de eylemleriyle ortaya koyduğunu, bölgesel gerilimleri barış yoluyla çözüme kavuşturmak için pek çok adım attığını, Azerbaycan toprakları üzerindeki Ermenistan işgalinin sona ermesiyle bölgede kalıcı barış adına yeni bir fırsat penceresi açıldığını ve Ermenistan’ın bunu değerlendirmesi hâlinde Türkiye’nin de gerekeni yapacağını ifade etmişti.
Karşılıklı olarak toprak bütünlüğüne ve egemenliğe tam saygı, her türlü saldırgan tavırdan ve yeni provokasyonlardan uzak durulması, yurtlarını terk etmiş insanların geri dönmelerine izin verilmesi, bölgesel iş birliği için tüm ulaşım yollarının açılması temel koşullar olarak sağlanmalıdır.
Geniş yankı bulan bu açıklamaya Ermenistan’dan farklı nitelikte açıklamalar geldi. Fakat en önemlisi Türkiye ve Ermenistan yetkililerinin birbirini takip eden olumlu açıklamaları oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, 27 Ağustos'taki hükümet toplantısında, Türkiye’den gelen olumlu sinyallere, olumlu sinyallerle cevap vereceklerini söyledi. (Bundan yaklaşık 10 gün önce Paşinyan tarafından açıklanan yeni hükümet programında Ermenistan ile Türkiye arasında diplomatik ilişkiler bulunmaması ve kapalı sınırlar, bölgesel istikrar ve barış açısından olumsuz etken olarak değerlendirilmişti).
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, 29 Ağustos’ta Bosna-Hersek ve Karadağ ziyareti dönüşünde bir gazetecinin Ermenistan ile ilişkiler konusundaki sorusunu cevaplandırırken bölgede yeni, yapıcı yaklaşımlara ihtiyaç olduğunu, karşılıklı olarak toprak bütünlüğü ve egemenliğe saygı çerçevesinde, güven temelinde iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilebileceğini ve bu yönde çalışacak bir Ermenistan hükümeti ile ilişkilerin kademeli olarak iyileştirilebileceğini vurguladı. Ayrıca Türkiye, Azerbaycan, Rusya, İran, Ermenistan ve tarafların kabul etmesi durumunda Gürcistan’ın da yer alacağı 5’li ya da 6’lı bir platform çerçevesinde başarılı bir bölgesel iş birliği modeli ortaya koyabileceklerini ifade etti. Paşinyan da 8 Eylül tarihli hükümet toplantısında, bölgedeki ulaşım bağlantılarını açmanın önemine vurgu yaptı ve Türkiye ile ilişkileri geliştirme yönünde olumlu ifadeler kullandı. Bunların yanı sıra Ermenistan Dışişleri Bakanlığı 13 Eylül 2021 tarihinde, Türkiye ile ilişkileri geliştirme konusunda “herhangi görüşme yapılmadığını” açıklarken, Ermenistanlı bazı yetkilileri ise Türkiye ile ilişkiler konusunda ihtiyatlı olunması çağrısında bulundu. Muhalif liderler ise önceki dönemlere kıyasla daha zayıf olsa da Türkiye'ye karşı saldırgan söylemleri sürdürdü.
Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesi konusundaki yaklaşımı, her zaman çok açık ve haklı gerekçelere dayanmıştır. Türk yetkililer genellikle Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geliştirilmesi konusunun üç parametreye dayandığını belirterek, bu parametreleri, “Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sinin işgal altında olması”, “Ermenistan’ın sözde ‘Ermeni soykırımı’ iddialarını sürekli gündemde tutması” ve “Ermenistan anayasasında Türkiye’den toprak talebinde bulunulması” olarak sıralamıştır.
Yukarıda aktarılan bilgiler Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin ve genel olarak bölgesel iş birliğinin geleceği adına olumlu bir tablo ortaya koysa da doğru sonuca ulaşılması için etkenlerin doğru analiz edilmesi gerekiyor.
Türkiye-Ermenistan ilişkileri neden sorunlu?
Öncelikle şu hususu mutlaka vurgulamamız gerekiyor; Ermenistan’da ve Batı’da oluşturulmaya çalışılan çarpıtılmış algının aksine Türkiye Ermenistan’a tam anlamıyla yaptırım uygulayan bir devlet olmamıştır. Ambargo konusuna gelince, günümüzde büyük devletlerin ve ulus üstü yapılanmaların (aynı zamanda onlarla beraber hareket eden “küçük” devletlerin de) çıkarlarına uygun hareket etmeyen ya da kararlarını hoş karşılamadıkları devletlere karşı uyguladıkları, hatta yakın tarihte yürürlüğe soktukları ambargo kararlarını da hatırlamak yararlı olacaktır. Örneğin, ABD’nin uzun süre -2003 yılındaki işgale kadar- Irak’a uyguladığı ambargo, bu ülke ile ticari ilişkilerden uçak seferlerine, yatırımlardan ilaç satışlarına kadar birçok alanı kapsamıştır. ABD, çeşitli ülkelere yönelik yaptırımlara sadece kendi vatandaşlarının ve şirketlerinin değil, herkesin (yabancı ülke vatandaşlarının ve yabancı şirketlerin de) uymasını zorunlu hale getirmek için ek adımlar atmış, yaptırımlara uymayan yabancı ülke ve şirketleri de cezalandırma yoluna gitmiştir. Batılı ülkeler tarafından Kuzey Kore’ye, İran’a ve Rusya’ya; Rusya tarafından ise zaman zaman Batılı ülkelere ve Gürcistan’a (bazı dönemlerde Azerbaycan’a) uygulanan tecritler de bu çerçevede incelenebilir.
Türkiye, Ermenistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden biri olmasına rağmen Ermenistan’dan olumlu karşılık bulamamış, tam aksine Ermenistan’ın toprak iddiaları ve sözde soykırım suçlamalarıyla karşılaşmıştır. Türkiye aleyhtarı bu faaliyetler hem Ermenistan yetkilileri hem Ermenistan’daki siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri, hem de Ermeni lobisi tarafından yürütülmüştür. Ermenistan, Türkiye’nin atmış olduğu tüm olumlu adımlara rağmen bölgesel iş birliğine yaklaşmayarak saldırgan ve işgalci politikalar izlemiştir. Bunun üzerine Türkiye çok haklı gerekçelerle Ermenistan’ı uluslararası hukuka ve iyi komşuluk ilkelerine uygun davranmaya yöneltmek için bazı adımlar atmıştır: Ermenistan’a üç boyutlu kısmi yaptırım (sınırların kapatılması, uçak seferlerinin iptal edilmesi ve hava koridorunun kapatılması) uygulamış fakat kısa süre sonra Ermenistan’dan olumlu karşılık bulunabileceği ihtimali dikkate alınarak bunların son ikisinden karşılıksız olarak vazgeçmiştir.
Türkiye, diğer bazı ülkelerin yaptığı gibi kendi ülkesine kayıtlı şirketlerin Ermenistan’a yatırımlarını yasaklamamış ya da yatırımlarına herhangi bir sınırlama getirmemiştir. Türkiye, yabancı şirketlerin Ermenistan’a yatırımlarıyla ilgili herhangi bir sınırlama da öngörmemiştir. Türkiye, Ermenistan ile ticareti ne kendi şirketlerine yasaklamış ne de Ermenistan ile ticaret yapan yabancı şirketler için herhangi bir yaptırım öngörmüştür. Türkiye, savaş suçu işlemiş Ermenistan yetkililerinin ülkeye girişlerinin yasaklanmasıyla ilgili de bir karar almamıştır. Ayrıca Türkiye, Ermenistan’ın saldırgan tavrından dolayı genel olarak Ermeni nüfusa yönelik olumsuz söylem ya da eylem içerisinde olmamıştır.
Özellikle 2008-2009 döneminde hızlanan “Ermenistan açılımı” Türkiye ile Ermenistan arasında protokollerin imzalanmasıyla sonuçlanmış, fakat protokollerin iki ülkenin parlamentoları tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesi süreci henüz gerçekleşmemiştir. Türk yetkililerin “24 Nisan 1915 olayları” dolayısıyla taziye mesajları yayınlaması ve 24 Nisan 2015 tarihinde İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi’nin ev sahipliğinde Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’nde düzenlenen ayine dönemin Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır’ın katılması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın törene mesaj göndermesi, Türkiye'nin atmış olduğu olumlu adımlara somut örnekler olarak gösterilebilir. Tüm bunlara rağmen Ermenistan yetkilileri, Türkiye’nin bu adımlarına daha da saldırgan söylem ve politikalarla karşılık vermiştir. Çünkü Ermenistan “protokoller sürecini” önemli ölçüde 2008 yılının Ağustos ayında düştüğü sıkıntıdan (Rusya ile Gürcistan arasındaki savaş nedeniyle Gürcistan üzerinden dünyayla, özellikle de en yakın müttefiki olan Rusya ile sağladığı bağlantıyı kaybetmiştir) kurtulma, bir nevi “nefes alma” imkanı olarak değerlendirmiştir. Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan bu dönemde de (Ağustos 2008 sonrasında) Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisinde bulunmuş, fakat Rusya ve Ermenistan’dan olumlu karşılık alamamıştı.
Çözüm uluslararası hukuk çerçevesinde aranmalı
Aslında Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesi konusundaki yaklaşımı, her zaman çok açık ve haklı gerekçelere dayanmıştır. Türk yetkililer genellikle Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geliştirilmesi konusunun üç parametreye dayandığını belirterek, bu parametreleri, “Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sinin işgal altında olması”, “Ermenistan’ın sözde ‘Ermeni soykırımı’ iddialarını sürekli gündemde tutması” ve “Ermenistan anayasasında Türkiye’den toprak talebinde bulunulması” olarak sıralamıştır. Farklı dönemlerde bunlara Azerbaycan’ın Nahçıvan bölgesi ile diğer bölgeler arasında kara bağlantısının sağlanması için gerekli adımların atılması isteği de eklenmiştir.
Normalde Türkiye gibi bölgesindeki dengeleri belirleyebilme gücüne sahip bir ülkenin; Ermenistan Parlamentosu’nun 23 Ağustos 1990’da kabul ettiği Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesinde, Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi için “Batı Ermenistan” ifadesinin kaldırılması, Ermenistan anayasasının 13. maddesinin 2. paragrafında, Devlet Armasında Ağrı Dağı’nın da bulunduğu kaydın çıkarılması, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı belirleyen 1920 tarihli Gümrü ve 1921 tarihli Kars antlaşmalarının geçerliliğini sorgulayan açıklamalara son verilerek sınırlar konusunda bağlayıcılığı bulunan açık hükümler içeren hukuki bir metnin imzalanması, Erivan yönetiminin hiçbir komşusuna yönelik toprak iddiası ileri sürmediğini resmi olarak deklare etmesi gibi şartlar da öne sürmesi beklenebilirdi.
Aslında Ermenistan’ın ve bazı devletlerin taleplerinden farklı olarak bu şartların hiçbiri iyi komşuluk ilişkilerine, uluslararası hukukun temel hükümlerine, bölgesel barış ve iş birliği için uygun ortamın sağlanması hedefine aykırılık teşkil etmiyor; tam aksine kalıcı barış ve istikrar için yararlı olacağı da kuşkusuz. Fakat Ermenistan bazı dış güçlerin bölgeyi yeniden gerginlik merkezine dönüştürme çabaları gibi etkenleri dikkate alarak daha yumuşak bir tavır sergileyebilir. Ama her halükârda karşılıklı olarak toprak bütünlüğüne ve egemenliğe tam saygı, her türlü saldırgan tavırdan ve yeni provokasyonlardan uzak durulması, yurtlarını terk etmiş insanların (Ermenistan’dan kovulan Azerbaycan Türkleri dahil olmak üzere) geri dönmelerine izin verilmesi, bölgesel iş birliği için tüm ulaşım yollarının açılması temel koşullar olarak sağlanmalıdır. Hiç kuşkusuz bunlar yapılınca Ermenistan da dahil olmak üzere bölge ülkeleri arasında iş birliği güçlenir, Kafkasya bir barış, istikrar ve refah bölgesine dönüştürülebilir. Bunun aksi Ermenistan için de bölge için de olumsuzlukların devam etmesi demek olacaktır. Bu çerçevede Güney Kafkasya, tarihi bir fırsatla karşı karşıya. En önemli mesele Ermenistan’da bu şartları kabul edecek iradenin samimi ve sürekli olması, bölge üzerinde emelleri bulunan yabancı güçlerin oyunlarına gelinmemesidir.
[Azerbaycan Devlet Gümrük Akademisi Daire Başkanı olan Araz Aslanlı aynı zamanda Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM) Başkanıdır]