Dünya genelinde sıcaklıklar artıyor. Küresel düzeyde gerçekleşen bu ısınma sonucu değişen iklim şartları yaşadığımız ve bildiğimiz dünyanın artık eskisi gibi olamayacağına işaret ediyor. Bu durumun en önemli göstergelerinden biri pek çok bölgede artan kuraklıklar ve bu kuraklıkların şiddeti.
İnsan etkinlikleriyle değişen küresel iklimin ve yine insan faaliyetleri ile oluşan çevresel tahribatın iç içe geçmesiyle artan kuraklıklar ve bu kuraklıkların şiddeti, günlük yaşamamızı artık derinden etkiliyor.
İnsan faaliyetleri nedeniyle değişen küresel iklim ve bununla birlikte meydana gelen aşırı hava olaylarının bir sonucu olarak sıklığı artan aşırı kuraklıklar; su kaynaklarının verimsiz kullanımı, ormansızlaşma, yüksek miktarlarda gübre ve böcek ilacı kullanımı, aşırı otlatma ve tarım için aşırı su kullanımı gibi insan etkinlikleriyle daha da şiddetleniyor. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ifade edildiği üzere, acil önlemlerin alınmaması halinde kuraklık, bir sonraki salgın olma riskini barındıran gizli bir küresel kriz. BM Afet Riski Azaltma Ofisinin (UNISDR) 2021 yılı için yayımladığı özel rapora göre, 1998 yılından 2017’ye kadar gerçekleşen kuraklıklarda tahmini olarak en az 1,5 milyar insan etkilendi, dünya genelinde ise en az 124 milyar dolarlık ekonomik kayıp yaşandı.[1] Raporda gerçek maliyetin belirtilen tahminlerden kat kat fazla olacağına da dikkat çekiliyor. Kuraklığın çevresel, ekonomik, kültürel, sosyal ve sağlıkla ilişkili etkileri göz önüne alındığında maliyetlerin çok daha yüksek seviyelerde olduğunu düşünmek tabiidir.
Kuraklığın tarım sektörü ve dolayısıyla gıda üretim sistemleri üzerindeki olumsuz etkilerinin yanı sıra enerji sektörüne olumsuz yansımaları var. Bu etkiler, sektördeki üretimin düşmesi ve buna bağlı olarak fiyat artışlarında belirgin şekilde fark ediliyor. Bunun en büyük nedeni enerji sektörünün suya olan bağımlılığı. Sektörde çok fazla su kullanılıyor. Örneğin elektrik üretimi için barajlarda türbinler aracılığıyla su kullanılıyor. Kuraklığın, barajlardaki su seviyelerini düşürmesi, hidroelektrik türbinlerinin çıktısını azaltırken, suyu doğrudan kullanan hidroelektrik santrallerinde, yetersiz su seviyeleri enerji üretiminin azalması ve hatta durmasına yol açıyor. Bunun da ötesinde bu gibi durumlar zaten hidroelektrik santralleri nedeniyle zarar görme potansiyeli yüksek olan nehir ekolojisi ve balık habitatları üzerinde daha da olumsuz etkilere neden oluyor. Enerji ve elektrik üretimi açısından pek çok aşamada gerekli olan su yakıt üretimi, petrol ve gaz çıkarılması gibi işlemlerde de kullanılıyor. Tüm bu süreçler ve işlemler için kullanılan su miktarı gaz, kömür ve nükleer gibi yakıta ve soğutma teknolojisine bağlı olarak değişiyor. Kömür, gaz ve petrol gibi fosil yakıtlardan ve nükleer santraller gibi fosil yakıt olmayan kaynaklara bağlı termal elektrik üretimi de soğutma için suya ihtiyaç duyar. Fosil yakıtlar ve nükleer enerjide yoğun su tüketimi gerekirken yenilenebilir enerjide bu seviyede bir ihtiyaç görülmüyor.
Hem dünyada hem de ülkemizde geleneksel enerji üretim sistemlerinin daha yoğun kullanımı ve yenilenebilir enerji kullanımının az olması bu durumla başa çıkılmasını daha da güçleştiriyor.
Böylece bugün ağırlıklı olarak kullanılan geleneksel enerji üretiminin pek çok farklı aşamasında tüketilen su, halihazırda kıtlık riskiyle karşı karşıya olunmasına ek olarak şiddetli kuraklıklar nedeniyle su arzı için de tehditler oluşturuyor. Bu duruma örnek olarak 2014-2017 yılları arasında şiddetli bir kuraklık dönemi geçiren Brezilya’nın güneydoğusunda 2014-2015 yıllarında hidroelektrik üretimindeki önemli azalma gösterilebilir. Yine 2003’te Avrupa’daki termik ve nükleer enerji üretiminde gerçekleşen azalma dikkat çekicidir. Ülkemizde de örneğin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin 2021 yılında önceki yılların ortalamasına kıyasla yüzde 40 daha az yağış alması Fırat havzasındaki barajları etkiliyor. Bölgede bulunan Karkamış Barajında üretilen elektriğin bir yıl öncesine göre yaklaşık yüzde 53 azaldığı ifade ediliyor.
Kuraklık enerji arzını düşürürken enerji talebini artırıyor
Kuraklık yalnızca enerji üretiminde azalışlara sebep olmakla kalmıyor, aynı zamanda enerji talebini de artırıyor. Hava sıcaklıklarındaki artış ve yağışların azalması tarımda ihtiyaç duyulan suyun sulama sistemleriyle giderilmesine yol açıyor. Ayrıca kuraklık etkisiyle daha da artan sıcaklıklar klima gibi soğutma sistemlerinin kullanımını artırıyor. Yani sıcaklıkların artışı soğutma için daha fazla güç talebine yol açıyor. Tabiatıyla bu durumda enerji arzı azalırken, enerjiye olan talep de artmaya başlıyor. Böylece azalan üretim ve artan talep enerji sektöründe fiyat artışlarının gerçekleşmesine neden oluyor.
Hem dünyada hem de ülkemizde geleneksel enerji üretim sistemlerinin daha yoğun kullanımı ve yenilenebilir enerji kullanımının az olması bu durumla başa çıkılmasını daha da güçleştiriyor. Kuraklıktan doğrudan ve dolaylı olarak etkilenen hidroelektrik santraller ve termik santrallerin su/su buharı gücü ihtiyacının karşılanamaması ve tam kapasite çalışamamasına neden oluyor. Enerji üretiminde gerçekleşen düşüş genellikle yenilenebilir enerji kaynakları ve doğalgaz tüketimi ile enerji üretimi yapılarak telafi edilmeye çalışılıyor. Yenilenebilir enerji üretiminde yararlanılan doğal kaynakların kullanımında yaşanan herhangi bir dalgalanma ya da burada oluşabilecek herhangi bir arızada, doğal gaz santralleri hazır bulunduruluyor ve enerji üretimindeki düşüş daha çok doğal gaz santralleriyle telafi ediliyor.
Bu durum bir başka sorunu gözler önüne getiriyor; karbon emisyonlarında meydana gelen artış. Oysa kuraklıkların sıklaşması ve şiddetlenmesine sebep olan iklim değişikliği ile mücadelede ülkemizde de olduğu gibi en önemli önceliklerden biri başta enerji sektöründe olmak üzere karbon emisyonlarının azaltılması. Bu kapsamda genellikle ilk hedef karbon yoğunluğu düşük enerji verimliliğinin sağlanabilmesi için temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları kullanımının artırılması olarak belirleniyor. En azından elektrik enerjisi üretiminde yenilenebilir enerjinin payının artırılması daha olası görünüyor. Ülkemizde de 2000 yılından sonra artış gözlenen yenilenebilir enerji yatırımları ve üretimi; kurulu yenilenebilir enerji üretim kapasitesi bakımından kişi başına düşen miktar olarak 2019 yılına kadar yükselmiş olsa da, nihai toplam enerji tüketiminde bulunan yenilenebilir enerji payında 2010 ve 2019 yılları karşılaştırıldığında gerileme gerçekleşmiştir.[2] Bununla birlikte üretimdeki yenilenebilir enerji payının artırılması öncelik olarak belirlenmiştir. Böylece hem jeotermal kurulu kapasitesinin hem de rüzgar ve güneş kurulu kapasitelerinin yükseltilmesi hedefleniyor. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi gerek karbon emisyon oranlarının düşmesi gerekse de Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığının azaltılması açısından önem taşıyor. Sürdürülebilir bir çevre yaklaşımı ile sektörel bazda vergilendirme ve teşvik gibi uygulamalarla yenilenebilir enerji kaynakları kullanımının artırılması ve yeşil teknolojilerin geliştirilmesi de elzem görünüyor.
İnsan etkinlikleriyle değişen küresel iklimin ve yine insan faaliyetleri ile oluşan çevresel tahribatın iç içe geçmesiyle artan kuraklıklar ve bu kuraklıkların şiddeti, günlük yaşamamızı artık derinden etkiliyor. Hem azalan enerji üretimi ve artan enerji talebiyle hem de bağlı olarak artan enerji fiyatlarıyla birlikte fiziksel ve ekonomik maliyetler yükseliyor. Elbette yalnızca yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji üretimindeki payının artırılması tüm sorunlara çare değil. Bireysel ve küresel düzeyde mevcut sorunlarla baş edilebilmesi için enerji tüketiminin de düşürülmesi gerekiyor.
En temelde dünya üzerindeki insan varlığının kitlesel bir yok oluşa uğramaması için küresel ölçekte risklere ve tehditlere sebep olan ısınma ve iklim değişikliğine yönelik devletler ve bireyler düzeyinde sorumluluk alınması hayati derecede önemli. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi en başta yenilenebilir enerji kaynaklarının özellikle elektrik üretimindeki payının artırılması ve enerji talebinin olabildiğince azaltılmasıyla mümkün görünüyor. Pandeminin ilk döneminde düşen emisyon oranları bunun en büyük göstergesi.
[Çevre, iklim değişikliği, çevresel güvenlik alanlarında uzmanlaşan Çağla Vural, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktora çalışmalarına devam etmektedir]
[1]https://reliefweb.int/sites/reliefweb.int/files/resources/GAR%20Special%20Report%20on%20Drought%202021.pdf
[2]https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Sustainable-Development-Indicators-2010-2019-37194
[3]https://www.aa.com.tr/en/energy/renewable/drought-causes-fall-in-turkey-s-hydro-power/12055 (8.07.2021).
[4]https://www.drought.gov/sectors/energy
[5]https://www.sciencedaily.com/releases/2020/06/200620141955.htm
[6]https://www.circleofblue.org/wp-content/uploads/2013/04/SenateEnergy_Webber-testimony_drought-and-energy.pdf
[7]https://www.wri.org/insights/more-water-shortages-mean-energy-investors-need-new-ways-manage-drought-risk