17 Mart 1942: Pasifik’teki Japon ilerleyişi karşısında çaresiz kalarak Filipinler’i terk eden Birleşik Devletler Ordusu Uzak Doğu Komutanı General Douglas MacArthur, Avustralya topraklarına çekildi. Darwin’e ulaştığında ilk sözleri “Geldim ama geri döneceğim,” oldu.
Avustralya’yı kendisine sıklet merkezi yapan ABD ve İngiltere, 1943 yılının ikinci yarısında Pasifik’teki Japon ilerleyişini durdurup savaşın gidişatını tersine çevirdi. Yaklaşık 70 yıl sonra ABD ve İngiltere bir kez daha 2050 yılını hedefleyen stratejik ortaklıkları için Avustralya’nın kapısını çaldı. Hedef bu defa Çin yayılmacılığının önüne geçebilmek. ABD’nin donanma gücü ve bu gücü oluşturan bilgi birikimi, en etkili silah olarak yeniden devrede. Washington, Hint-Pasifik bölgesinde yeni Büyük Stratejisi’nin ilk satırlarını, Avustralya’nın güneyinde Adelaide kentindeki tersanelerde yazmaya hazırlanıyor. ABD’nin Avustralya için sekiz nükleer denizaltı inşa edeceğini ilan etmesi hem Pekin’de hem de 2016 yılında Canberra yönetimi ile Attack sınıfı 12 konvansiyonel dizel-elektrikli denizaltı için anlaşma imzalamış olan Paris’te deprem etkisi yarattı. 15 Eylül 2021 günü ilan edilen AUKUS İttifakı’nın en çok ilgi uyandıran kısmı, Avustralya’ya tedarik edilecek nükleer denizaltılardı. İttifakın ilanı, denizaltı ihalesi elinden alınan Fransa’nın ABD ile ilişkilerini alt üst etti. Elize Sarayı’nın Beyaz Saray’ı hedef alan açıklamalarında kullandığı dil meselenin özünü gölgelerken, Çin Halk Cumhuriyeti’ne doğrultulan tehdidin büyüklüğünü de perdeledi. Biz bu makalede AUKUS İttifakı’nın Hint-Pasifik bölgesinde yaratacağı etkiler ve bu noktaya nasıl gelindiği üzerinde duracağız.
Uluslararası toplum ABD’nin Kabil’den çekilirken yaşadığı skandala varan görüntüleri yorumlamaya çalışırken, AUKUS İttifakı’nın ilanı, Washington’un uzun süre önce hedeflerindeki farkın dramatik değişimine işaret ediyordu. Yeni hedefe yürüyüşteki kritik tarihler ise 2018 yılının Mayıs ve Haziran aylarıydı.
Zamanını bekleyen silah: Avustralya
ABD Başkanı Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın 1972’de Çin Halk Cumhuriyeti’ne yaptıkları ziyaret, Pekin açısından Soğuk Savaş’ın sona ermesi anlamına geliyordu. Bu yumuşama adımı esnasında Nixon yönetiminin Tayvan’a verdiği desteği sınırlayıp, Ada’yı bir anlamda 40 yıl süreyle Pekin’in insafına terk etti. Ancak bu dönemde dahi Pentagon, Asya-Pasifik bölgesinden gözünü ayırmadı. 1983 yılında ABD Ordusu Harp Akademisi mensubu Yarbay Terrence M. Wallace tarafından hazırlanan “Avustralya ve Yeni Zelanda: Pasifik’teki Ortaklarımız” (28 April 1983) adlı raporda, ABD’nin 21. yüzyılda Batı Pasifik’teki ticari ve askeri üstünlüğünü sürdürmesi için her iki ülke ile savunma alanlarında yapması gereken iş birliğine dikkat çekiliyordu.
Görünen o ki AUKUS İttifakı ve Birleşik Devletler Hint-Pasifik Komutanlığı gibi yapılanmalar da Hint Okyanusu’nun çağımızda yeni bir boyutuyla keşfi anlamına geliyor.
1990 yılına gelindiğinde ise SSCB ve Varşova Paktı’nı Soğuk Savaş’ta yenilgiye uğrattığına ikna olan ABD, yeni hedeflere yönelmenin altyapısını hazırlamaya girişti. 1990’ın Nisan ayında Pentagon’dan ABD Kongresi’ne gönderilen “A Strategic Framework for the Asian Pacific Rim: Looking Toward the 21st Century” başlıklı raporda, Washington’ın 21. yüzyıldaki hedefinin Batı Pasifik bölgesi olması gerektiğine işaret ediliyordu. Rapordaki görüşleri savunanların başında ise daha sonra Irak’ın işgalinin mimarlarından biri olarak anılacak Savunma Bakanlığı yetkilisi Paul Wolfowitz bulunmaktaydı. Çin Halk Cumhuriyeti, henüz “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” gibi küresel projeleri aracılığıyla ABD ile rekabete girmeden önce, Washington bu bölgeyi ticari ve askeri olarak kontrol altına almayı gözüne kestirmiş, Avustralya donanmasını bölgesel bir süper güç haline getirerek bu ülkede üsler açma fikrini ajandasına kaydetmişti.
21. yüzyılda Hint Okyanusu’nun yeniden keşfinde, aylarca su altında kalabilen nükleer denizaltılar, dikine iniş kalkış yapabilen F-35 savaş uçaklarını taşıyan yeni nesil uçak gemileri ve ABD’nin Artemis Projesi ile Çin’i gözlemek için Ay yüzeyine inşa etmeyi planladığı üs başrolde yer alacak.
SSCB’yi mağlup etmenin keyfini süren Beyaz Saray, Tiananmen katliamını ve Pekin yönetiminin insan hakları ihlallerini görmezden gelerek, ekonomik olarak desteklenmesi halinde, 21. yüzyılda Çin’in demokratikleşeceği fikrine de inanıyordu. Fakat 2007 yılında Çin’in savunma harcamalarını kayda değer miktarda artırması, 2008’de küresel ekonomik krizle beraber, ABD ile ekonomik ilişkilerinde dengeyi bozacak avantajlar elde etmesi, 2010’da ise dünya ekonomileri arasında ikinci sıraya yükselerek ABD’yi hissedilir şekilde tehdit etmeye başlaması, Washington’daki havayı değiştirdi. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 2011 yılının Ekim ayında, Foreign Policy için kaleme aldığı makalede Çin’e karşı başlatılan seferin işaret fişeğini attı. Clinton, gelecek 10 yılda dünyanın kaderinin Asya-Pasifik bölgesinde şekilleneceğini ifade ederken, Çin’in bölgede artan etkinliğini kırmak için gereken diplomatik, ekonomik ve askeri yatırımlara hazır olduklarını ilan etti.
ABD Başkanı Barack Obama ise aynı ay düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Zirvesi’nde sekiz bölge ülkesi ile serbest ticaret anlaşması imzaladıklarını duyurdu. Obama’nın bölgeye dair verdiği bir sonraki “müjde” ise 2 bin 500 ABD askerinin Avustralya’ya gönderileceğiydi. Askeri ve diplomatik gücünü Asya-Pasifik bölgesine ve denizlere odaklamaya başlayan ABD yönetimi, aynı tarihlerde muhaliflere kimyasal silah kullanan Suriye’deki Esed rejimine karşı harekete geçmediği için eleştiri oklarının hedefindeydi. Oysa ABD, özellikle Orta Doğu başta olmak üzere denizaşırı topraklara askeri müdahalelerde bulunma ve kara operasyonları yürütme politikasını rafa kaldırmış, Hint Okyanusu ve Batı Pasifik’e güç kaydırma operasyonlarının hazırlığına girişmişti. Artık kaynaklar Hint Okyanusu’nda devriye gezecek Anglo-Sakson donanmasının teşkil edilmesi için harcanacaktı.
Suriye’ye müdahale etmekten kaçınan ABD’nin bu yolda bir sonraki adımı, 20 yılda 2 trilyon dolardan fazla harcama yaptığı Afganistan topraklarını terk etmek oldu. Uluslararası toplum ABD’nin Kabil’den çekilirken yaşadığı skandala varan görüntüleri yorumlamaya çalışırken, AUKUS İttifakı’nın ilanı, Washington’ın hedeflerinde uzun süre önce yaşanan dramatik değişime işaret ediyordu. Yeni hedefe yürüyüşteki kritik tarihler ise 2018 yılının Mayıs ve Haziran aylarıydı. ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde sahneye koymaya hazırlandığı Büyük Strateji’nin en hassas adımını atmak Donald Trump yönetimine kısmet oldu.
Pasifik’teki “tabela değişikliği” Anglo-Sakson donanmasının sefere çıkışını haber verdi
AUKUS İttifakı’nın yaklaştığını haber veren adımlardan birinin tarihi 30 Mayıs 2018 olarak kayıtlara geçti. ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, Hawaii’deki Pearl Harbor deniz üssünde, o günlerde pek önemsenmeyen açıklamayı yaptı. ABD donanmasına bağlı Birleşik Devletler Pasifik Komutanlığı’nın ismi “Birleşik Devletler Hint-Pasifik Komutanlığı” olarak değiştirilmişti. ABD artık, donanma gücüyle Malakka Boğazı’ndan Kızıldeniz, Umman Denizi ve Doğu Afrika kıyılarına kadar olan deniz alanında Çin’i sınırlamaya hazır olduğunu ilan ediyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda Pasifik’teki mücadelenin başlangıç noktası olan Pearl Harbor, bu defa Çin’e karşı başlatılan harekatın ilk basamağı olmuştu.
Mattis’in mesajları Hawaii ile sınırlı kalmadı. İki gün sonraki durağı Singapur’da Asya ve Avrupa’dan hükümet ve devlet başkanlarını bir araya getiren Shangri-La Diyalog Toplantısı idi. ABD Savunma Bakanı burada da Güney Çin Denizi’ni askerileştirdiği gerekçesiyle Pekin yönetimini topa tuttu. Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin Hint Okyanusu’nun çok kutuplu yapısına yaptığı vurgu ve ne ABD ne de Çin’in bu denizlerde hegemon güç olarak kabul edilebileceğine dair ifadeleri muhatapları tarafından dikkate alınmadı. Burada akıllara gelen ilk soru, ABD’nin Pasifik’teki donanma gücünün bu kadar geniş bir alanı kontrol etmeye yetip yetmeyeceğiydi. Britanya Adası’ndan gelecek yardım henüz kimsenin dikkatini çekmiyordu.
2016’da Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma kararı alan İngiltere’nin Brexit sürecinden geri döneceğine inananlar, İskoçya’daki Rosyth tersanelerinde ve İngiltere’nin güneyindeki Portsmouth donanma üssündeki gelişmeleri dikkate almadılar. İngiltere’nin yeni nesil uçak gemisi HMS Queen Elizabeth donanmaya katılmış, kardeşi HMS Prince of Wales ise kızaktan denize inmişti. İngiltere’nin AB macerası son bulduktan sonra ABD ile kuracağı ittifakın belkemiğini oluşturacak HMS Queen Elizabeth uçak gemisi, Hint Okyanusu’nda devriye için yelken açmayı bekleyen Anglo-Sakson donanmasının 2022’deki sancak gemisiydi.
Nixon’ın vazgeçtiği Tayvan silahı devrede
ABD, İngiltere ile Çin’e karşı sessizce ortak donanmasını tasarlarken, Fransa ile Avustralya arasında 2016 yılında imzalanan Attack sınıfı 12 konvansiyonel dizel-elektrikli denizaltı satışı anlaşmasını da izlemeye almıştı. 2019 yılında İngiliz basınına sızan, denizaltı inşası için beraber çalışan Avustralya ve Fransa ekipleri arasındaki kültür çatışmalarını aktaracak derecede ayrıntılı haberler, 1990’larda olduğu gibi Fransa’nın endüstriyel operasyonlarının iletişimine ABD istihbarat birimlerinin sızdığına işaret ediyordu. Fakat 15 Eylül 2021 günü AUKUS İttifakı’nın ilan edildiği ana kadar Fransa nasıl bir oyuna getirildiğini fark edemedi.
2011 yılında ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Çin’i tehdit sıralamasında birinciliğe yükseltmesiyle, Tayvan silahı da namluya sürülmüştü. 1970’lerden başlayarak Çin-SSCB cephesini bölmek uğruna vazgeçilen Tayvan’a 2015’te 1 milyar 830 milyon dolarlık silah satışı, Obama yönetimi tarafından onaylandı. Trump döneminde 2018, 2019, 2020 yıllarında Tayvan’a yapılan silah satışı meblağı artarak ve çeşitlenerek tırmanışa geçti. Joe Biden’ın da başkanlık koltuğuna oturmasının üzerinden iki ay bile geçmeden, 8 Mart 2021’de, Pekin’in Tayvan’ı kendi toprağı olarak gören Tek Çin Politikasına açıkça meydan okuyan bir mesaj yayınladı. Biden yönetimi, Tayvan’ın kendisini korumasını sağlayacak her türlü savunma yardımını yapmaya devam edeceğini ilan etti. Çin’in etrafına örülen duvarın bir taşı daha yerine oturtulmuş oldu.
Beş asır sonra Hint Okyanusu’nun yeniden keşfi
1488 yılında Afrika’nın güneyindeki Ümit Burnu’nun Portekiz Krallığı adına Bartolomeu Dias tarafından keşfedilmesi, dönemin jeopolitik dengelerini alt üst etmişti. Hint Okyanusu’na ulaşmak için bulunan deniz yolu, dönemin hegemon güçlerine Osmanlı İmparatorluğu başta olmak üzere tarihi İpek Yolu üzerindeki ülkeleri bypass etme imkânı sağladı. Görünen o ki AUKUS İttifakı ve Birleşik Devletler Hint-Pasifik Komutanlığı gibi yapılanmalar da Hint Okyanusu’nun çağımızda yeni bir boyutuyla keşfi anlamına geliyor.
Çin Halk Cumhuriyeti’ni çevrelemek için “Batı Pasifik” istikametinden yaklaşmayı yetersiz bulan ABD, yalnızca Çin anakarasını yalıtmakla yetinmeyerek, Çin’in hammadde kaynaklarına ulaşımını sağlayan Afrika ve Orta Doğu deniz ticaret rotalarını da denetim almaya karar vermiş. 21. yüzyılda Hint Okyanusu’nun bu yeniden keşfinde, aylarca su altında kalabilen nükleer denizaltılar, dikine iniş kalkış yapabilen F-35 savaş uçaklarını taşıyan yeni nesil uçak gemileri ve ABD’nin Artemis Projesi ile Çin’i gözlemek için Ay yüzeyine inşa etmeyi planladığı üs başrolde yer alacak.
ABD’nin çok sayıda ülke ve silah sistemini entegre etmeyi planladığı bu çevreleme stratejisine karşı Çin’in kendi kaynakları ve sınırlı Rus hava ve donanma desteği ile ne ölçüde rekabeti sürdürebileceği sorusu zihinleri meşgul ediyor. 2030-2050 dönemi, dünyanın merkezini Hint-Pasifik bölgesi haline getirecek bir süreç olmaya doğru ilerliyor. Hindistan, Filipinler ve Vietnam gibi Çin Halk Cumhuriyeti ile sorunları olan ülkelerin bu gidişatta geliştirecekleri politikalar da tansiyonu yükseltebilecek yeni unsurlar olacaktır. Küresel jeopolitik mücadelede perdesi aralanan bu yeni oyunda AUKUS İttifakı’nın rolü ve el değiştiren denizaltı ihalesi, yakın gelecekte tarihçiler tarafından çok farklı bir boyutta değerlendirilecektir.