ABD, 2001’de başlattığı Afganistan harekatı için dünya kamuoyunu ikna ederek uluslararası güvenlik güçleri adına 50 ülkeden destek almıştı. Bu ülkelerin bir kısmı ABD’nin müttefiklik ilişkileri çerçevesinde, bazıları ise Rus medyasının ifadesiyle “ABD’ye yaranmak için” bölgeye askerlerini yolladılar. Örneğin, NATO üyesi olmayan ancak bunu isteyen Gürcistan Afganistan’a 800 kişi gönderdi, ki bu sayı Fransa’nın gönderdiğinin üç katı kadar. Yeni NATO üyelerinden Litvanya 80, Letonya ve Estonya ise 50’şer subay ve asker yolladılar. Ukrayna 10 asker gönderirken, Polinezya Tonga Krallığı’ndan bile buraya 55 asker ABD’ye destek için gönderildi.
Taliban’ın ilerlemesiyle geri çekilen Afgan askerleri için Tacikistan ve Özbekistan’da çadır kampları kuruldu. Afganistan’da istikrarsızlığın devam etmesi durumunda mülteciler, bilhassa kış aylarında Orta Asya ülkeleri için hem ekonomik hem sosyal sorun teşkil edeceğe benziyor
Yabancı askerlerin yanı sıra ABD ve müttefiklerinin yanında görev alanlar için yıllardır bir avantaj olarak görülen bu operasyonlar bir anda birer “idam fermanı” şeklinde algılanmaya başlandı. Bu yüzden Taliban’ın Kabil’e girmesiyle Afganistan’ı terk etmek hayat-memat meselesine dönüştü. Kargo uçağının tekerleklerine tutunarak ülkesini terk etmeye çalışan Afganların görüntüsü ülkedeki çaresizliği olduğu kadar ABD’nin acizliğini de gözler önüne serdi. ABD yönetimi böylece bükemediği bileği öpmek zorunda kaldı. Yirmi yıl sonunda ise yaşanan bu yenilgide “Kovulmadık, kendimiz çekiliyoruz.” diyerek hem ülkenin hem de NATO’nun itibarını kurtarmaya çalışıyor.
Afganistan’da siyasi istikrarın bir an önce sağlanması hayati önem taşıyor. Eğitimli ve yetenekli kesimin ülkeyi terk etmesi de ülke gelişimini sekteye uğratacağa benziyor.
Öte yandan bu süreçte ABD ve müttefikleri, kendi çıkarları çerçevesinde hareket edeceklerini, bu çıkarların ise konjonktüre göre değişiklik göstereceğini ifade ettiler. Peki ABD’nin ülkeyi terk etmesiyle oluşan boşluğu kim dolduracak? Afganistan’ın Orta Asya’nın “barut fıçısı” haline gelmemesi için çaba sarf eden başta Rusya, Çin ve Pakistan olmak üzere Afganistan’ın komşuları ile Orta Asya ülkeleri için mevcut durum ne ifade ediyor?
2001 sonrası Afganistan’da “barış inşa süreci”
ABD ve müttefikleri 2001 sonrası Afganistan’da barış ve istikrarın tesisi için askeri operasyonların yanı sıra ciddi ekonomik ve sosyal yatırımlar başlattılar. Örneğin Avustralya, Afganistan’daki Taliban ve terörist gruplara karşı, ABD ve NATO liderliğindeki operasyonların bir parçası olarak, son 20 yılda bölgeye 39 bin asker konuşlandırdı, ki bu ülkeye milyarlarca dolara mal oldu. Kırk bir Avustralya askeri ise Afganistan’da yaşamını yitirdi.
Bir diğer örnek olan Japonya da 2001’den beri Afganistan’ın yeniden inşası için milyar dolarlar harcadı. Fakat kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle Kabil’deki büyükelçiliğinden tüm personelini tahliye eden Japonya, büyükelçiliğin operasyonlarını sürdürmek için İstanbul’da geçici bir ofis kurulduğunu bildirdi. Japonya, Afganistan’ın El Kaide’ye karşı ABD önderliğindeki bir savaştan yeniden yapılandırılmasında aktif yer almış, 2002 ve 2012’de donör ülkeleri ve uluslararası örgütleri bir araya getirerek ülkenin durumunu görüşmek için toplantılara ev sahipliği yapmıştı. 2001’den bu yana Japonya, Kasım 2020 itibarıyla Afganistan’a yaklaşık 6,8 milyar dolarlık yeniden yapılanma yardımı sağlamış bir ülke. Japon hükümeti ayrıca 2021 ile 2024 arasındaki dönem için 720 milyon dolarlık ek destek sözü de verdi.
Peki, 20 yıldır barış ve özgürlük adına yapıldığı belirtilen bu insani ve mali yatırımların sonu ne olacak? Afganistan’ın kalkınmasına katkı sağlayan diğer ülkeler gibi ABD’nin müttefikleri de doğal olarak bunu sorguluyorlar ve esasında buradaki plansızlık ve çözümsüzlüğü eleştiriyorlar. Örneğin, eski İsveç Başbakanı ve Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Üyesi Carl Bildt, Twitter’dan yaptığı bir paylaşımda, “Biden yönetimi, tarihin, SSCB’nin Afganistan’dan çekilmeyi ABD’den daha iyi bir şekilde başardığını kaydedeceğinin farkında olması gerektiğini düşünüyorum,” ifadelerini kullandı.
ABD’nin Afganistan’dan çıkışı ile SSCB’nin Afganistan’ı terk etme süreci arasında sık sık paralellik kuruluyor. SSCB’nin kaderini paylaşmak istemeyen ABD ise Donald Trump döneminde Taliban’la gerçekleştirilen görüşmelerin ardından bir çıkış planı hazırlamıştı. ABD’nin yanı sıra Rusya ve Çin de Taliban’la müzakereleri hızlandırınca Afganistan’da mevcut hükümetin düşmesi kaçınılmaz oldu. Diğer taraftan, müzakere yürüten ülkelerin ise kendi çıkarlarını güttükleri aşikar.
Rusya ve Çin: “Kazananları kimse yargılamaz”
Elbette ki Rusya ve Çin, Afganistan’daki gelişmelere seyirci kalmadı. Aslına bakarsak Çin her zamanki pragmatik yaklaşımıyla “Kim gelirse gelsin, yeter ki bana dokunmasın.” mantığıyla hareket ediyor. Rusya ise Taliban’la zaten yedi yıl önce -ülkesinde terör örgütü olarak tanınan ve mahkeme kararıyla daha 2003 yılında faaliyetleri yasaklanmış olmasına rağmen- temas kurmaya başlamıştı. Bu görüşmelerinin gerekçesini Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, “Rusya’nın, bölgedeki güvenlikle ilgili endişelerini birilerine iletmesi gerekiyordu.” şeklinde açıklamıştı. Ona göre, Rusya Taliban ile köprüler kurmaya başlamamış olsaydı şu anda Afganistan’daki durum hakkında müzakere edecek kimsesi olmayacaktı. Moskova, Taliban ile toplantılara ev sahipliği yapmış, son müzakereler ise Taliban Kabil’i ele geçirmeden bir ay önce yapılmıştı.
Benzer bir tutum sergileyen Çin hükümeti de Taliban’la Temmuz ayı sonunda görüşmeler gerçekleştirdi. Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi, Taliban’ın siyasi lideri Molla Abdulgani Birader ile konuşmasında ABD’nin başarısızlığına işaret etmiş ve ülkede “en önemli askeri ve siyasi gücün” Taliban olduğunu açıkça belirtmişti.
Öte yandan, Çin ekonomik açıdan Afganistan altyapı projelerinde daha fazla pay isteyerek Pakistan ile olan ekonomik koridorunu Afganistan’a kadar genişletebilir. Yönetimi ele geçiren Taliban da mevcut anlaşmalara sadık kalacağı sinyallerini veriyor. Taliban’ın sözcülerinden Suheyl Şahin, 17 Ağustos’ta verdiği bir röportajda Türkmenistan-Afganistan-Pakistan-Hindistan (TAPI) doğalgaz boru hattı inşası, demiryolu inşaat projeleri gibi diğer büyük altyapı projelerinin uygulanmasına yönelik çalışmaların başlayacağını umduklarını dile getirdi.
Siyasi bağlamda ise Çin bu yeni süreçte Sincan Uygur Özerk bölgesinin güvenliği ve Afganistan’ın kendi ülkesine saldırabilecek gruplarına engel olmak istediği için aktif olarak yer alıyor. Diğer önemli neden ise jeopolitik alanda: Afganistan’da istikrarın sağlanması, Çin’i küresel bir süper güce dönüştürme yolunda bir başka başarı olarak karşımıza çıkacaktır. Kimi uzmanlara göre, Afganistan’ı kanatları altına almak, Çin’in Batı ve Orta Asya’daki etkisini genişletmesine yardımcı olacak.
SSCB’nin halefi rolündeki Rusya ise güney sınırlarının ve başını çektiği Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) devletlerinin güvenliğinden endişe duyuyor; bu ülkelerdeki uyuşturucu kaçakçılığını durdurmak ve terör tehdidinin ihracını engellemek istiyor.
ABD’nin jeopolitik rakibi olan Rusya, ayrıca Afganistan’da Pakistan ve Çin gibi olmasa da KGAÖ’nün yanı sıra Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) bağlamında etkili olan askeri ve siyasi bir güç olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla bu etkiyi kullanmak isteyen Rusya, Taliban’ı hemen tanımasa da müzakerelere sıcak bakıyor. Tıpkı Taliban’ın Kabil’e girmesiyle Çin medyasında Taliban-Çin yetkililerinin görüşme fotoğraflarına yer verilmesi gibi, Rus medyasında da “Büyükelçiliğimizi koruyan güçlü çocuklar” ifadelerine yer verilmesi, Rus kamuoyunda Taliban askerlerinin olumlu algılanmasına neden oluyor. Öte yandan, Kabil’in düşmesiyle ülkeler hızla diplomatik misyonlarını tahliye ederken Çin ve Rus elçilikleri çalışmalarına devam ediyorlar. Hatta Rusya’nın Afganistan Büyükelçisi’nin, Taliban’ın gelmesiyle Kabil’deki durumun Eşref Gani döneminden daha iyi ve sakin olduğunu ifade etmesi dikkat çekiyor.
Orta Asya ülkelerinin güvenlik endişeleri ve mülteci sorunu
Orta Asya ülkeleri, Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesiyle birlikte güvenlik endişelerini artırdılar. Öte yandan KGAÖ ve ŞİÖ üyelikleri bağlamında bu ülkelerin Rusya ve Çin’le birlikte hareket edebileceği tahmin edilebilir.
Sovyetler Birliği-Afganistan sınırının yaklaşık yüzde 60’ı kendi topraklarında kalan Tacikistan günümüzde Afganistan’la en uzun sınıra sahip ülke. Bu yüzden günümüzde Tacikistan’da bulunan SSCB döneminden kalan 201. Askeri Üs, Rusya’nın sınırları dışındaki en büyük askeri tesisi olarak kabul ediliyor. 2020’de modernize edilen üste toplamda yaklaşık 7 bin kişi, 300 tank ve 2 bin 500 civarında zırhlı araç bulunuyor.
Taliban’dan aldığı güvencelere rağmen Rusya, Ağustos’un başında önce Özbekistan’la ikili, sonra ise Tacikistan ve Özbekistan’la üçlü olmak üzere geniş çaplı tatbikatlar yaptı.
Taliban’ın ilerlemesiyle geri çekilen Afgan askerleri, Tacikistan ve Özbekistan’a giriş yaptılar. Tacikistan’da bir hafta kadar kalan Afgan askerleri için çadır kampı kuruldu fakat Tacik medyasına göre, yaz mevsimi olmasına rağmen sınırdaki illerde yeterince yaşamsal malzeme sağlanmakta zorlanıldı. Ülkenin maddi imkanları da sınırlı olduğundan, kış döneminde benzer bir durumla karşılaşılırsa mülteciler, ülke ekonomisi için ciddi sorun teşkil edecekler.
Bölgede hem askeri hem de mali açıdan Tacikistan’dan daha iyi durumda olan Afganistan’la diğer sınırdaş Özbekistan da, sınırdan geçen asker/sivil yüzlerce kişiyi kabul etti ve Termiz ilinde şehir kampı kuruldu. Ayrıca Taşkent Havalimanının bir kısmı Almanya ile yapılan anlaşma çerçevesinde Afganistan’dan Almanya’ya gidecek kişiler için transit işlevi görmekte.
Rejim ihracı endişesi
Ekonomik yükün yanı sıra, “Afganistan İslam Emirliği” şeklinde ilan edilen yeni rejimin komşularını endişelendiren diğer husus da şeriata dayalı bu yönetimin kendi ülkelerindeki laik yapılara zarar vermesi. Bölgenin en sakin ve rahat ülkesi addedilen Kazakistan’da dahi dini motivasyonlu olduğu iddia edilen birçok terör olayı yaşandı. Suriye krizinin başlamasıyla bölgede yapılan yoğun propaganda çalışmaları, Orta Doğu’ya 1500’den fazla Kazak, Kırgız veya Özbek vatandaşın aileleriyle birlikte savaşmaya gitmelerine neden oldu. Bölge ülkelerinin yoğun çabaları sonucunda bunların büyük kısmı ülkelerine geri getirilse de yüzlerce çocuk ve kadın rehabilitasyondan geçmek zorunda kaldı, erkekler ise çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Bu nedenle Orta Asya ülkelerinin radikalleşmeye karşı verdikleri bu mücadelenin, Afganistan’daki gelişmeler ışığında yeniden yorumlanması gerekiyor.
Sonuç itibarıyla Afganistan’da siyasi istikrarın bir an önce sağlanması hayati önem taşıyor. Eğitimli ve yetenekli kesimin ülkeyi terk etmesi de ülke gelişimini sekteye uğratacağa benziyor. Kimi uzmanlar, siyasi ve ekonomik sorunların yanı sıra iklim değişikliğinden kaynaklanan kuraklık nedeniyle Afganistan halkının ciddi sorunlarla karşılaşabileceğine işaret ediyor. Dolayısıyla uluslararası aktörlerin, Afganistan’ın başta komşu ülkeleri olmak üzere, bölgesel ve küresel bir güvenlik meselesi haline gelmemesi için adımlar atmaları gerekiyor.