Çin son yıllarda dünyanın yükselen küresel gücü olma konumuna aslında yeni ulaşmadı. Bu yükselişin arkasında yıllardır süregelen bir hazırlık söz konusu. Soğuk Savaş sırasındaki ABD-Sovyetler Birliği rekabetinden istifade eden Çin, jeo-stratejik önemini kullanarak bir yandan nükleer güç haline geldi; öte yandan da ekonomik kalkınmasını sağlayarak, küresel kapitalizmle uyumlu bir ekonomik model yarattı. 1990’lardan sonra ucuz iş gücü ve üretim imkanlarını da kullanarak ekonomik bakımdan muazzam bir gelişim sağladı ve 2009’da ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomik gücü olmayı başardı.
Ekonomik büyüklüğü şu an için 16,6 trilyon dolar olan Çin’in, Kovid-19 krizinden de güçlenerek çıkacağı ve 2028 yılında ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olacağı öngörülüyor. Öte yandan Çin, ekonomik kapasitesinin hızla artmasının yanı sıra dış politikada da etkin olma gayretinde. Bu kapsamda Rusya ile birlikte Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) gibi yapılara öncülük ediyor. Ayrıca Kuşak ve Yol İnisiyatifi, Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi küresel ölçekli projeleri de destekliyor. Askeri gücünü de sürekli geliştiren Çin’in, Tayvan özelinde yürüttüğü tek Çin politikası, Hong Kong kapsamında Batı ile yaşadığı gerginlik, Hindistan’la yaşanan sınır çatışmaları, Doğu Türkistan’da uyguladığı baskıcı politikalar, Tibet sorunu ile ilgili tutumu Batı’da, Çin’in gelecek dönemde daha saldırgan politikalar izleyebileceği endişesine neden oluyor.
Çin’in küresel düzeyde rekabet halinde olduğu ABD’nin ise ekonomik büyüklüğü 22 trilyon doları geçmiş durumda. ABD, ekonomik büyüklüğü, askeri gücü, teknoloji üretme kapasitesi ve küresel düzeydeki kültürel hegemonyası ile dünyanın hala en büyük gücü. Fakat ABD dünyanın en güçlü devleti olsa da esasen zayıflıyor. Özellikle Kovid-19 krizinin ABD’yi hem ekonomik hem de toplumsal düzeyde ciddi derece sarstığı yadsınamaz bir gerçek. ABD resmi strateji belgelerinde sık sık hasım güç olarak hedef aldığı Çin ve Rusya’nın küresel etkileri olan faaliyetlerini engelleyemiyor; İran’a ve Kuzey Kore’ye istediklerini dikte edemiyor; Venezuela ve Küba’daki süreçlere de kendi çıkarları doğrultusunda etki edebilmekten uzak.
Çin istihbaratının yükselişi
Yukarıda ana hatları çizilen ABD ve Çin rekabetinin bir başka boyutu da istihbarat alanında yaşanıyor. Bu çerçevede Çin’in artan siyasi ve ekonomik etkinliğine paralel olarak istihbarî faaliyetlerinde de son yıllarda ciddi bir hareketlenme de söz konusu.
Çin’in ABD’ye yönelik istihbari faaliyetleri için belirdiği strateji, genel bir ifadeyle iç güvenliğinin ve istikrarının korunması hususunda öncelikle savunma, ardından özellikle etkili HUMINT (insana dayalı istihbarat) ve siber espiyonaj operasyonları dahilinde saldırı hedeflerine göre şekilleniyor.
Bu kapsamda Çin’in ABD’ye yönelik söz konusu stratejisinin temelde ekonomik, politik ve askeri hedeflerinin olduğu iddia edilebilir. Söz konusu hedefler ise temel olarak aşağıda belirtildiği şekilde sıralanabilir:
• Ekonomik büyüme ve istikrarın sağlanabilmesi için önemli etkiye sahip olan ve ABD’de geliştirilen yeni nesil teknolojilerin çeşitli espiyonaj operasyonları kapsamında temin edilmesi.
• ABD merkezli planlamalarla oluşturulabilecek toplumsal kalkışmaların engellenmesi ve Çin Komünist Partisi’nin ülke yönetimindeki etkinliğinin sürdürülmesi hedefleri doğrultusunda, internetin denetlenmesi ve böylelikle de yerel muhalif hareketlerin kontrol edilmesi.
• ABD tarafından desteklenebilecek algı yönetimi ve enformasyon savaşı planlamalarına karşı tedbirler geliştirilmesi ve ülkenin iç işlerini müdahaleye yönelik faaliyetlere karşı konulması.
• ABD istihbarat servislerinin Çin aleyhine planladığı espiyonaj faaliyetlerine karşı etkili bir kontr/espiyonaj yapılanmasının tesis edilmesi.
"Çin hükümetine her 10 saatte bir soruşturma açılıyor"
Bununla birlikte Çin’in istihbarat alanında gelişen kapasitesi, ABD’nin istihbarat kurumları tepe yöneticileri tarafından medyaya verilen beyanatlarda sık sık gündeme de getirilmeye devam ediyor. Örneğin, ABD Senatosu Silahlı Hizmetler Komitesinde Dünya Genelindeki Tehditler başlıklı oturuma katılan ABD Ulusal İstihbarat Direktörü (DNI) Avril Haines, Çin'in istihbarat ve askeri teknolojiler dahil pek çok alanda dikkati çeken adımlar attığına işaret ederek, “ABD istihbarat topluluğu olarak Pekin'le kendi alanlarındaki mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürdüklerini, Çin’in kendisini yükselen, ABD'yi ise gerileyen bir güç olarak gördüğünü ve bunu birçok Çinli yetkilinin açıklamalarında görebildiklerini, Çin'in savaşa girmek gibi bir niyetinin olmadığını düşündüğünü ancak buna karşın Pekin'in süreci sıfır toplamlı bir oyun olarak okuduğunu ve bu bağlamda ABD'yi her alanda bir tehdit olarak değerlendirdiğini” belirtmişti. [1]
Çin’le ilgili bir dikkat çekici açıklama da ABD Başkanı Joe Biden'ın kısa bir süre önce Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) başkanlığı görevine atadığı William Burns’ten geldi. Çin’i geriletilmesi gereken bir güç olarak tanımlayan Burns, Amerikan istihbaratının önündeki en önemli sınamanın da Çin olduğunu söylüyor. Çin'in çetin ve otoriter bir hasım olduğunu, Pekin'in ABD’ye yönelik teknoloji casusluğu faaliyetlerini güçlendirdiğini ve dahası ABD içinde nüfuzunu artırdığını ifade eden Burns, ayrıca kendi yönetiminde CIA’in en önemli görevlerinden birinin Çin'i rekabet dışı bırakmak olacağını, bunun ABD’nin ulusal güvenliğinin anahtarı olduğunu ve bu hedef doğrultusunda CIA olarak uzun vadeli, keskin gözlü, partiler üstü bir strateji geliştireceklerini dile getirdi.
Bu hususta en çarpıcı açıklamalardan biri de Çin’in ABD’ye yönelik dozu giderek artan espiyonaj kapasitesini istatistiki verilerle paylaşan Federal Soruşturma Bürosu (FBI) Başkanı Christopher Wray’den geldi. Çin hükümetine yönelik her 10 saatte bir soruşturma başlatıldığını belirten Wray, FBI’ın Çin’in ABD’ye yönelik espiyonaj faaliyetleri kapsamında 2021 Nisan itibariyle 2 binden fazla soruşturma yürüttüklerini belirterek, ABD'nin ekonomik güvenliğine ve demokratik ideallerine karşı hiçbir ülkenin Çin'den daha fazla tehdit oluşturmadığını savunuyor. Wray ayrıca, Çin hükümetinin yurtdışında yaşayan Çin kökenli kişileri tehdit, taciz ve şantaj aracı olarak kullandığını, bu kapsamda ABD topraklarında yasadışı güvenlik takibi yaptığını belirtiyor.
İki ülke arasında devam eden istihbarat savaşının kazandığı boyutlar uluslararası basına da yansımıştı. New York Times, Foreign Policy gibi ABD basının önde gelen platformlarında Çin’de çok sayıda CIA ajanının deşifre edilip infaz edildiği ve dahası Pekin yönetiminin ABD istihbaratının içine sızdırdığı köstebek aracılığıyla, CIA'in özel iletişim sistemini deşifre ettiği iddia edilmişti.
Görüldüğü üzere ABD İstihbarat Topluluğu’nun en önemli yöneticileri, Çin’i ABD’ye yönelik yıkıcı ve agresif istihbarî faaliyetler planlamakla itham ediyor ve bu konuda Çin’i açıkça suçluyor. Öte yandan Çin de ABD’li yetkililerin söz konusu açıklamalarını sık sık yalanlıyor ve “paranoya” şeklinde niteliyor. Bununla birlikte, Çin ile ABD arasındai istihbarat alanında yaşanan rekabetin tek boyutlu olmadığı da oldukça açık. Bu çerçevede ABD’nin Çin’e yönelik agresif ve sofistike espiyonaj faaliyetleri sürdürmekte olduğunu veya gelecekte bu doğrultuda planlamalar yapıp yürürlüğe koyacağını tahmin etmek hiç de zor değil.